Yalanı hiç sevmem…
Bir eğitimci olarak, eğitimin asıl amacının rafine insan, posasından arınmış, kristalize olmuş insan yetiştirmek olduğunu hep söyledim, muhtemelen de yeri ve zamanı geldiğine yine söyleyeceğim…
Çünkü yalan, çok önemsediğim GÜVEN duygusunu erozyona uğratarak, insan ilişkilerinin bozulmasına, toplumdaki insanların, birbirinin açığını kovalayan, fırsatını bulduğunda da onu sömüren varlıklara dönüşmesine yol açar…
Ama bu sıralar çok rahatsız oluyorum yalanlardan…
Derse gelmediği halde gelmiş gibi birisine imza attırmak bir yalan…
Kendisinin olmayan bilgiyi sınav kâğıdına kendisininmiş gibi yazmak bir yalan…
Uyanamadığı için derse zamanında gelmeyenin “trafik çok sıkışıktı” demesi de bir yalan…
Ve valinin, dokunmayacağız demesinin ardından, oradaki insanlara dokunulmasına göz yumması da bir yalan…
Tıpkı sahte delil üretip onlar üzerinden iddianame düzenlemenin de bir yalan olduğu gibi…
İşim gereği, inancını, kılık kıyafetini, etnik kökenini, politik görüşünü zerre kadar dikkate almadan kucakladığım ve yazdıklarımı okuduklarına inandığım onlarca genç var…
O nedenle, empati yaparak, kendimi onların yerine koyarak, olaylara olabildiğince nesnel bakmaya çalışıyorum.
Oradaki insanların direnişini, tepkisini, demokratik haklarını arayan insanların onurlu bir duruşu olarak görebilirsiniz…
Ya da, ellerinde içki şişeleriyle, ülkenin büyümesini gelişmesini istemeyen dış mihrakların tezgâhında piyon olan bir avuç çapulcunun eylemi olarak da…
Bu iki bakış açısını da anlarım…
Ama benim aklım, vicdanım, muhakeme yeteneğim ve bir miktar da belleğim varken benim gözümün içine baka baka yalan söyleniyorsa, BUNU KABULLENMEM MÜMKÜN DEĞİLDİR…
Empatiye devam edip, böylesi bir muameleyi de mantığa büründürelim…
Bunu mantığa büründürmek, ancak, oltanın ucundaki solucana yiyecek gözüyle bakan bir sazanın davranışıyla bu olayı benzeştirerek mümkün… Ancak, oltaya atlayıp iğneyi damağında hissedene kadar…
Yaşım gereği, bu memleketin adam gibi bir iktidarla yönetildiği dönem görmedim…
Delikanlılığıma denk gelen 12 Eylül öncesi terör ve anarşi ortamı, yaşam idealimi çaldı…
Tüpgaz kuyruğunda bir günümü geçirdiğimi, bir paket Samsun alabilmek için tekel önünde saatlerde beklediğimi günleri iyi hatırlarım…
Ama aklıma, vicdanıma, hafızama da bu denli hakaret edildiğini de hiç görmedim…
Eğer, gerçek eğitimden nasiplenmiş, çağdaş bir toplum olma bilincine ulaşabilmiş olsaydık, bu denli KANDIRILMAYI HAZMEDEMEZ bir şekilde tepki gösterirdik…
Ama görüyorum ki halkım bir tercih yapıyor…
Maslow’un piramidinin tabanına yakın gereksinimlerinin karşılanabilmesi mukabilinde, daha üst düzey beklentilerinden vazgeçebiliyor.
Bana yalan söylüyorlar…
Hem miting alanlarında, hem TV ekranlarında…
Biliyorum bunun, inanç sistemiyle aklanması mümkün…
Harp hiledir de, ben herkesi koşulsuz bir şekilde kucaklarken siz beni harbin karşı safına koyuyorsanız, bunun hesabını vermezsiniz, eğer inancınız varsa, eğer amentüyü okurken rol kesmiyorsanız (özellikle Vel -Basü Badel-Mevti Hakkun derken)
Dahası da var…