BİR İLK

Yetmişli yılların başı. Muhtemelen 72…
Bir sınav münasebetiyle il merkezine, Çanakkale’ye gitmişiz. Yanımda da babam var.
Sınavdan sonra öğle vakti, Çan’a, yaşadığımız kasabaya dönmeden önce karnımızı doyuralım diye Kordon’dan Aynalıçarşı’ya uzanan yoldaki bir lokantaya girdik.

Biz mi istedik, garson mu önerdi, o ayrıntıyı net olarak hatırlamıyorum ama orada tas kebabı yedik.

Bazı tatlar, bazı kokular vardır da insan yaşadıkça belleğinden silinmez ya, işte onlardan birisi orada çakılmıştı zihnime. Orada yediğim tas kebabının tadını hiç unutamıyorum.

Daha sonra işin mektebini okuduğum için biliyorum ki, o yemeğin tadını benim için unutulmaz kılan yemeğin içindekiler değil, “her türlü uyaranı algılamada etkisi olan ‘bağlamsal çerçeve’, yani o an içinde bulunduğum ortam idi. Sınavdan çıkmış olmanın rahatlığı, sınavın iyi geçmiş olmasının verdiği mutluluk, lokanta ortamı ya da o an çok acıkmış olmam gibi etmenler. Ya da bunların bir birleşimi…

Bu olayın bir benzerini, o yıllarda Bursa’da da yaşamıştım.

Yaz tatilleri için Bursa’ya geldiğimizde, dedemin Zafer mahallesindeki tek katlı bahçeli evinde kalır, Pazar günleri de “Pazar Pazarı” denilen eski İstanbul yoluna yakın bir mekânda kurulan o büyük pazara giderdik. O zamanlar dolmuş sadece belli güzergahlardan geçtiği için de o uzunca yolu yaz sıcağında yürümek zorunda kalırdık. Bir pazar dönüşü, sıcaktan dilimin bir karış çıktığı bir anda dedem bana bakıp bir kahveye girmiş, kendisine bir çay, bana da bir şişe soğuk Uludağ gazozu söylemişti. Aynı gazozu çok farklı mekânlarda ve zamanlarda içmiş olmama rağmen, zihnime çakılan tat, o pazar dönüşü, o kahvede dedemin ısmarladığı gazozun tadıydı.

Ben yemek konusunda beceriksizim. Yumurta kaynatmaktan başka bir şey yapamam. Zaten bu yüzden, bekâr evlerinde, yemek yiyebilmek için bulaşıkçılık görevini gönüllü olarak ben üstlenirdim…

Sadede gelecek olursam, tas kebabı meselesinin aklıma geldiği bir gün, o tadı alamayacağımı bile bile canım tas kebabı istedi. Ama altmışımı geçtiğim şu demlerde, ömrümde bir “ilk” daha olsun diye, açtım interneti, nasıl yapıldığına çalıştım ve hayatımın ilk yemeğini yaptım.

Arpacık soğanlarını ince ince kıyarken, kendi kendime şu İngilizce cümleyi mırıldanıyordum:
-Never say never. Yani “asla, asla deme…”

“Asla ben yemek yapamam” cümlesi artık doğru değil…

Yemeğin tadı mı?
O konuda nesnel olamam kuşkusuz.
Bunu tadanlara sormak lazım…

Internette yiyecek görseli paylaşma görgüsüzlüğü olarak anlaşılmaması dileğiyle…
Bu yazı Genel içinde yayınlandı. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

1 Responses to BİR İLK

  1. Işıl Yalçın dedi ki:

    Vallahi tas kebabı enfes görünüyor. Ayrıca yeniden yazmaya başladığını gördüğüme çok mutlu oldum. 😀

    Beğen

Yorum bırakın